Anasayfa Ezbersiz Makaleleri Ülkelerin Kaderini Etkileyen Buluşçuluğa…
Ezbersiz Makaleleri

Ülkelerin Kaderini Etkileyen Buluşçuluğa…

Ülkelerin kaderini etkileyen buluşçuluğa tarih penceresinden bir bakış

Alp Boydak

Ülkemizdeki bilgi aktarımının temeli İslâm Dünyasının gerileme dönemindeki ilme bakış açısına kadar dayandığını düşünüyorum. İslâm Dünyası ilk dönemlerinde tüm dünyanın söylediğine göre bilim alanında büyük bir atılım yaptı. Bunu biz değil bağımsız batılı araştırmacılar söylemektedirler. Ancak sonra bu iş tersine döndü, İslâm dünyası dogmatik bir çukura yuvarlandı.  Peki ne olmuştu? Bunun pek çok nedenleri ortaya dökülmüştür eminim. Ancak ben çok basit ama inanılmaz etkili bir nedenini burada anlatmak istiyorum.  İslâm’ın ilk yıllarında ilme büyük bir değer verildiği bilinmektedir. Bu dönemde bilime merak saran insanlar hemen koşup bu alanda okullara mı gittiler? Ya da kaynak kitaplara mı ulaştılar? Hayır. Ne oldu? İşe ya sorundan başladılar ya da meraktan; merak ve merakın sonun da ortaya çıkan nedeni bulma arzusu. Belki etraftaki insanlar geldiler ve onlardan bazı sorunlarını çözmeleri için yardım istediler. Belki de sırf kendilerinin meraklarını gidermek için çaba içerisine girdiler. Önceden de söylediğim gibi bu meraklarını giderecek kitaplar var mıydı? Ya da hemen bilgisine başvuracakları bilge kişiler var mıydı? Hayır. Ne yaptılar, bizzat işe girişerek, deneyerek, araştırarak, kah yanılarak, kah doğruyu bularak; bizzat insan vücudunu keserek, inceleyerek, bitkileri inceleyerek, elementleri birbirlerine karıştırarak bir şeyler yapmaya çalıştılar. Burada anahtar sözcükler; “deney yaparak, inceleyerek, düşünerek” tir. Anahtar sözcükler; okuyarak, tekrar ederek, ezberleyerek, sorulunca söyleyerek değil; bizzat yaparak yaşayarak. Elbette ki şu söylenebilir, eski kitaplar incelenerek Arapça’ya çevrilerek. Ama bunlar ne zaman? Çok sonraları. İşin başında bu kaynaklara ulaşmaları imkânsızdı. Peki sonra ne oldu?  Yaparak yaşayarak, deney yaparak, inceleyerek gözlem yaparak, düşünerek ortaya koydukları bilgileri bilin bakalım ne yaptılar. Tabi ki yazdılar. Yazdılar ve yazdıkça ortaya cilt cilt kitaplar çıkmaya başladı. Sonra şimdiki olanlar oldu. Ne zaman birisi ilim tahsili için bu insanların yanına gelirse ilk yaptıkları şu oldu; önce şu kitapları bir oku, onları bir öğren, sonra yanıma gel. Acaba “öğren” sözcüğünden ne anlaşılmaktadır. Bana kalırsa o dönemde öğrenmek, noktasına virgülüne kadar belleğe kayıt etmektir. Neden bu sonuca varıyorum. Çünkü o zamanki öğrenim anlayışı buydu. Verilen tek eğitim, duaların ezberlenmesi ya da Kuran-ı Kerim’in ezberlenmesiydi. Bu durumda bilim alanında da benzer bir durum söz konusu olduğu söylemek hiç de abartılı olmaz.  Çünkü şu anda bile ülkemizdeki anlayış hâlâ aynı. Öğretmenlerimiz kitabı noktasıyla virgülüyle ezberleyen çocuklara mutlulukla tam puan vermekte bir de arkadaşlarının yanında onu övmektedir. Demek değişen bir şey olmamış. Kitaplardaki bilgilerin tam olarak ezberlenmesi o zaman için son derece başarılı bir eğitim almanın ön koşuluydu denebilir. Burada İmam Gazali ile ilgili anlatılanlara dikkatinizi çekmek istiyorum. Gazalinin Kimya-yı Saadet isimli kitabında -Farsçadan Türkçeye çeviren Sehabı Hüsameddin ki kendisi Kanuni Sultan Süleyman Dönemi şairlerindendir, günümüz Türkçe’sine çeviren Mehmet Faruk Gürtunca— şu şekilde anlatılmaktadır: “Gazali ilk yıllarında Tus şehrinde (İran) daha sonra Curcun’a gitti oranın ünlü medresesinde Ebu Nesrel İsmail’den dersler gördü. Bu dersler sırasında aldığı notları, yolda kervanı basan haramilere kaptırdı.

Haramibaşıya:
—Defterlerimi geri veriniz sizin hiçbir işinize yaramaz, dedi.  Kendisi ile haramibaşı arasında çok tartışmalar oldu.  Adam, ilim nedir bilmiyordu.
—Bu kağıtlar ne olacaksan ki, dedi.

Genç Gazali de:
—Ben o defterdeki bilgileri öğrenmek için Tus’tan yıllarca ayrılmadım onları yazdım, dedi.

Haramibaşı güldü:
—İlim öğrenen kişi bunları aklında tutar defterinde tutmaz dedi. Notları ona geri verdi fakat bu olay da Gazali’ye büyük bir ders oldu.
—Bundan sonra öğrendiklerimi aklıma yazmalıyım, dedi. Yazılanların hepsini ezberledi. Sayfa 56

Elbette ki harami başının söylediğinin bir önemi yok.  Sonuçta haramibaşı ama İmamı Gazali ona hak vermiş ve bu defterdeki tüm bilgileri ezberlemiş. Sanırım acıklı olan işte bu bölüm, bütün bilgileri noktasına virgülüne kadar ezberlenmesi. Şimdi olayı tekrar incelersek İmamı Gazali’nin bu bilgileri ezberlemesinin elzem olduğunu düşünmesi kritik sorundur. Demek ki o dönemde bir bilim adamından beklenen buydu. Eğer bu olay hiç yaşanmamışsa bile bu hikâyenin İmam Gazali’nin bir kitabında yer alması dönemin hakim düşüncesinin: “İyi bir bilim adamı elindeki tüm bilgileri belleğine kutsal kitabı yerleştirircesine yerleştirmelidir.” olduğunu göstermektedir.  Şimdi tekrar İslamiyet’in ilk dönemlerine gidip, olanların canlandırılmasına dönersek şu şekilde devam edebiliriz: Verilen kitabı ezberleyen öğrenciyi, hocasının yeni yazdıkları bekliyordu ve öğrenci bu kez de bunları ezberledi, yani zamanın çok büyük bir çoğunluğunu bu işlere harcadı, çok küçük bir bölümünde hocasının araştırmalarına deneylerine iştirak edebildi. Büyük bir olasılıkla araştırma ve deney mantığını ve yaklaşımını kavrayamadan hocası öldü gitti. Şimdi kendisi yarım yamalak deney ve araştırma becerileriyle bir şeyler yapamaya çalıştı. Zamanının çoğunu hocasından kalan ve tekrar etmese unutacağı kitaplardaki bilgilerle haşır neşir olarak geçirdi. Bu kişinin yanına gelen öğrenciler de bu kez çok az deney, gözlem vb. etkinlikleri gördüler zamanlarının çoğunu ezberle geçirdiler, bir sonraki kuşak ise belki de deney, gözlem vb. çalışmaları hiç görmediler ve kendileri de yapmadılar çünkü ortada ciltler dolusu tekrar edilmezse unutulacak bilgiler vardı. İşte felaketin yolu böylece açılmış oldu Anlaşılıyor ki İslam dünyası ilk başlarda buluş yapmış, bilgi üretmiş; daha sonra bilim adamı adaylarına yazdıkları kitapları ezberletmiş; geri kalan zamanda düşünme, araştırma vb. faaliyetlere izin vermiştir.  Ama gittikçe daha çok kitap yazılmış ve sonunda bilim adamı adayları sadece kitapları ezberledikleri için başka işlere vakitleri kalmamıştır. Yine öyle anlaşılıyor ki ilk kitaplar, yazılmaya başlandığında ilerleme dönemi, kitaplar ezberlenip kalan zamanda deney, araştırma, düşünme yapılabildiği; zamanla duraklama dönemi; sadece kitapların ezberlenmesiyle gerileme dönemi başlamış.  Bu durum maalesef hâlâ sürmekte, yeni programlara rağmen ülkemizde hâlâ kitapların ezberlenmesi en başarılı bir eğitim-öğretimmiş gibi algılanmaktadır.  SBS sınavlarında kazanımların dışında soru sorulmayacağı yönetmelikle ilan edilmesine rağmen hâlâ kazanımlara uymayan eski anlayışlar ve yöntemlerle ezberletme devam etmektedir. Oysa ki kazanımlar daha çok üst düzey düşünme becerilerini geliştirmeye yöneliktir.  SBS sınav soruları da buna uygun çıkmaktadır.

Bilimin böyle safhalardan geçmesi sanırım kaçınılmaz oluyor. Yani bu bilimin doğal süreci gibi bir şey.  İlerliyor yazılı hale geliyor yazılı bilim ezberleniyor, insanlar var olan bilgiyle uğraşmaktan yenilerini üretemez oluyor ve sonuçta çöküş. Bir istisna batı Avrupa oldu.  Onlar da bilginin tekrar edildiği üniversiteleri, sanayi ile bertaraf etmişlerdi. Avrupa’da buluşçuluk okul sistemi dışında gelişmiştir. Okullar kilisenin skolastik ve bilinenin öğretildiği, ezberletildiği ve benimsetildiği bir yer olduğu için buluşçu yetiştirmesi imkânsızdı. Bu nedenle Avrupa’da buluş yapma işi sanayi ile, çok sonraları da teknoloji okullarında örneğin Alman Teknik Yüksek Okulları’nda olmuş; skolastik eğitim anlayışının hakim olduğu diğer okullar ve üniversitelerde ise buluşçu yetişmemiştir. “Eğitim Üzerine Düşünmek” isimli kitabın da İlhan Tekeli hocamız şöyle söylemektedir: “Üniversite bilimsel devrimi içerecek bir biçimde yeni model içinde örgütlenirken, dünya bir başka devrimi, sanayi devrimini yaşamaya başlamıştı. Bu devrim de büyük ölçüde üniversite dışında gerçekleşiyordu. İngiltere’de buhar makinesini geliştirerek 1776’da ticari şekilde üretip sanayi devrimini başlatan James Watt, bunu imalathanesinde geliştirdi.  Bilim için bilim yaklaşımı içinde üniversitede meslek eğitimlerine yer olmadığı düşünüldü… Büyük ölçüde sanayide gelişen, imalathane ve fabrikalarda anında paraya dönüştüğü için adeta çığ etkisiyle katlanarak gelişen buluşçuluk ikinci dünya savaşından sonra ABD üniversitelerinde bir ölçüde de olsa görülmeye başlamış olduğu söylenmektedir…” Tekeli ABD’de oluşan üniversiteleri şu şekilde ifade etmektedir: “Bu üniversiteler Alman entelektüelizmi ile Amerikan pragmatizmini bir araya getiriyordu… Üniversite duvarlarını yıkıyor, dış dünyanın taleplerine, piyasanın isteklerine uyum gösteriyor ve bir hizmet üniversitesi niteliği kazanıyordu.”  Öyle anlaşılıyor ki üniversiteler sanayide gerçekleşen buluşları ve dolayısıyla üretilen bilgileri öğrencilere ezberletilmiştir. Bu nedenle de hep sanayinin dışında ve buluşların uzağında kalmışlardır. Wright kardeşler ilk uçaklarını inşa ederken ilk modellerinin hep başarısızlıkla sonuçlanması üzerine kitaplarda yer alan aerodinamik bilgilerini bir kenara koymuşlar ve kendi rüzgâr tünellerinde kendi modellerini geliştirmeye çalışmışlar. Bu çalışmalar sonunda o zamana kadar bilinen ve belki de kuşaklar boyu ezberletilen aerodinamik yasalarının yanlış olduğunun ortaya çıktığı belirtilmektedir. Belki de bu yasalar yüzünden o zamana kadar kimse Wright kardeşlerin yapabildiklerini yapamamışlardır. Wright kardeşler ezberletilen bilgileri bir kenara koyup, uygulama içerisinde yaparak yaşayarak deneyerek buluşlarını yapabilmişlerdir.  İşte bütün buluşların yolu yordamı da yaparak yaşayarak, deneyerek, model inşa ederek, maketi üzerinde çalışarak yani bizzat somut materyaller üzerinde çalışarak olmuştur.  Burada açıklamaya çalıştığım bu tarihsel süreçteki eğitim anlayışlarını birkaç tablo ile göstermeye çalışacağım. Bu tablolar.  “Ben Mucittim” adlı kitabımdan alıntıdır. İlk tablo İslam Dünyasını felakete düşüren tekrar ile ezber tablosu.  Görüldüğü gibi, bilgi sunuluyor, sürekli tekrar ile bilgi ezberleniyor ve tekrar ile ezberde tutuluyor. Gerektiğinde bilgi söylenip yazılıyor. Bu tablo 2004 programlarına kadar ülkemizde var olan eğitim anlayışıdır. Fakat bu uygulama özellikle 1980’den 2004’e kadar harfiyen uygulanmıştır.  (Ancak 1980 öncesi programları yaparak yaşayarak öğrenmeyi temel alıyordu.  Kaynağı Köy Enstitüleriydi.)

Bir tek 2000 yılında çıkan Fen Bilgisi programı bu yaklaşımın dışındadır. Sözü edilen program da ikinci tablo uygulanmıştır. İkinci tabloda bilgi yine sunuluyor bu kez bilgi öğrencinin kavrayabilmesi ve sağ beyni aktif hale getirerek kolay ve kalıcı öğrenebilmesi

için yaparak yaşayarak öğrenme anlayışıyla sunuluyor.  Bu yaklaşım son derece önemli, çünkü bilgi gerçek anlamda beyinde yapılandırılıyor. Bilginin kalıcı olarak belleğe kaydedilmesi, birinci tabloda yaşanan sürekli tekrar işkencesini ortadan kaldırmakla kalmıyor, yapılıp yaşandığı için öğrenciler içinde çok zevkli hale geliyor, üstüne üstlük bir kez yapılınca bir daha silinmeyecek şekilde belleğe kaydediliyor.

Nitekim okul çağlarında yaptığımız pek çok deneyi ve uygulamayı 40-50 yıl sonra hatırlayabiliyoruz. Üçüncü tabloda ise öğrenilenden yola çıkılarak yeni problemler tanımlamak ve bunları çözmek devreye giriyor. Dördüncü tablo ise İslam Dünyasında ilim ve fende gerçekleşen patlamayı ortaya çıkaran eğitim anlayışını görüyorsunuz. İşte dördüncü tabloda gösterilmeye çalışılan yaklaşımda, gerçek bilgi üretimi olmaktadır. Her ne kadar üçüncü tabloda da bilgi üretimi varsa da bu üretilen bilgi öğrenciye sunulan bilginin kökleri etrafında yeşerecektir. Yani sınırlı kalacaktır. Açıklamaya çalıştığım dört tabloyu bir örnekle açıklamak gerekirse şöyle denebilir: Fen ve Teknoloji dersinde çimlenmeyi ve çimlenme için gerekli olan şartları birinci tablodaki gibi uygularsak; öğretmen “Çimlenme için su gerekir, çimlenecek bir ortama ihtiyaç vardır, ısı önemlidir, ışık ihtiyacı türlere göre değişir gibi bir sayfalık bir konuyu uzun uzun anlatır/okutur.

Öğrenme sınıfta olmaz. Öğrenciler anlar ya da anlamaz hepsini evde ezberlerler sorulunca söylerler/yazarlar.  İkinci tabloda ise çimlenme olayı öğrencilere uygulatılarak yaşatılarak öğretilir.  Bunun için bir talimat hazırlanır; “Bir tabağa biraz pamuk yay, pamuğun arasına fasulye yerleştir, üzerine su dök, ışık alan bir yere koy bekle” gibi. Burada bilgi üretimi yoktur. Ama öğrenci yaparak yaşayarak öğrenir ve hayat boyu unutmaz. Üçüncü tabloda ise öğrenciye bu çalışmadan yola çıkılarak farklı neler yapılabilir diye sorulur. Öğrenci bu sorudan yola çıkarak yeni problemler tanımlayabilirler. Acaba fasulye yerine bezelye tohumu da bu yolla çimlenir mi? Su yerine başka bir sıvı aynı işi görür mü? Örneğin alkol. Karanlık ortam da sonuç değişir mi? Bunlar için yeni talimatlar geliştirilir bunlar uygulanır sonuçta yeni bilgiler elde edilmiş olur.  Görüldüğü gibi bilgi üretimi vardır ama tamamen yapılan bir çalışmanın, deneyin, gözlemin etrafında dolaşır. Oysa dördüncü tabloda iş tamamen serbest hale gelmiştir. Artık öğrenci hiçbir şekilde yönlendirilmez, dar alanlara sokulmaz, bunun yerine özgürce düşünmesi ve kimsenin aklının ucundan bile geçmeyen bir sorunu görmesi ve buna çözüm araması gibi mükemmel bir ortam yaratır. Bu ortamda özgür düşünen, yaratıcı, merakı uyarılmış, sorgulayan, olaylara farklı bakan öğrenciler yetişir ve bu öğrencileri kimse tutamaz. İşte ulaşmamız gereken nokta budur. İşte bu yaklaşımla İslam Dünyası büyük atağını yapmıştır.  Batı’da sanayi devrimi bu şekilde çığ gibi büyümüştür. Ama İslam Dünyası’nda dördüncü tablonun uygulanması sonucunda ortaya çıkan bilgilerin yazılması sonucunda kitaplar oluşmuş, bu kitapların sonraki kuşaklara ezberletilmesi yolu açılmıştır. Bu ezberletme hevesi sonraki kuşakları kaçınılmaz olarak birinci tablodaki yaklaşıma düşürmüş ve duraklama ve gerileme felaketi de başlamıştır.

Şu ana kadar ülkemizde geliştirilen programlar arasında bir tek 2006 yılında kabul edilen Teknoloji ve Tasarım Programı dördüncü tabloyu gerçekleştiren bir anlayışla hazırlanmıştır. Bu programın tam olarak uygulanabilmesi için velilerin, öğretmenlerin ve yöneticilerin bu programa sahip çıkması gerekmektedir. Böylece diğer derslerin programlarının da bu hedefe doğru ilerleme şansı açılabilir. Aksi taktirde elimizde örnek bir program da kalmayabilir. Özellikle öğretmenlerimiz bu programı incelemeli ve sahip çıkmalıdır. Böylece kendi derslerinde yapılması gereken değişiklikleri anlamaları ve

gerçekleştirmeleri mümkün olabilir. Bu çok önemli çünkü yeni programların tam olarak uygulamaya geçmesi gerçekleşmiş değil. Hâlâ pek çok öğretmen birinci tabloyu uyguluyor. Programlarla adeta zıtlaşıyorlar, programları uygulamamak için kendilerine bahaneler bulma ya çalışıyorlar. 2004 programları dördüncü tablo anlayışından çok uzak. Bu program anlayışı yerleşmeden dördüncü tablodaki anlayışa uygun programların hazırlanması ve uygulanması nerdeyse imkansızdır. Bu nedenle öncelikle 2004 programının yaşama geçmesi ön koşuldur denebilir.

Buluş’un ülke kalkınması için önemini kimse artık sorgulamıyor.  Ülkemizin buluş fakiri olduğunu da bilmeyen kalmadı.  “Neden buluş yapamıyoruz?”un cevabı ise okulda yaptığımız uygulamada gizli.  Sınavlar ve bu sınavlara hazırlanacağız diye öğretim programlarının uygulamalarından vazgeçmeler.  Hepsi bu sonu hazırlıyor.  Bu durumu Osmanlı Döneminden beri yaşıyoruz.  Bir tek Köy Enstitüleri bu durumu aşmıştı.  Bunu nasıl yaptığının bilgileri de her yerde var.  Ama öncelikle İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun Talim ve Terbiye’de İnkilap adlı kitabını okumanızı öneririm.  Alp Boydak

Boydak, A. H., (2004) Beyin Yarım Kürelerinin Gizemi, İstanbul, Beyaz Yayınları.

Boydak, A. H., (2006) Ben Mucittim, İstanbul, Beyaz Yayınları

Boydak, A.H., (2009) Yeni Öğretim Programlarına Temel Olan Yaklaşımlar, İstanbul, Beyaz Yayınları

Gürtunca, M.F.: Kimya-yı Saâdet, Sağlam Kitabevi, Cağaloğlu, İstanbul, 1980.

Hilmi, F. A. (güncelleştirme Cem Zorlu): İslam Tarihi, Anka Yayınları, İstanbul, 2005.

Tekeli, İ:. Eğitim Üzerine Düşünmek, TÜBİTAK Matbaası, Ankara, 2003.

Yorum bırakın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

Kategoriler

Yazarlar

Tınaz TİTİZ

Doğum tarihi : Nisan 18, 1942 ÖĞRENİM GEÇMİŞİ 1963...

Giriş

Giriş

İlgili Makaleler

Doğru soruları sorabilmek..

List Item 1 label Birkaç deyiş.. Kişi, sorabilmek için okumalıdır. Franz Kafka Doğru...

Makale Başlığı

haber yazısı…. haber yazısı….haber yazısı….haber yazısı….haber yazısı…. haber yazısı….haber yazısı….haber yazısı….haber yazısı….haber...